Archive for 2021
Napoli ve Denizlerin Kılıcı
Denizlerin Kılıcı...
Bu tanımın benzeri, çok uzun yıllardır farklı bir dizgi ile Turgut Reis’in hatırasında yaşar.[1] Dragut olarak bilindiği coğrafyada Turgut Reis, Piero Pierotti’nin 1959 yapımı “La Scimitarra del Saraceno” isimli filminde de “Serazenin Kılıcı” olarak anılır.
Serazenin Kılıcı'nı Napoli'ye dokunduralım.
Ilık bir yaz
günü Napoli’nin en güzel sahillerinden olan Sorrento’da dolaştıktan sonra
yorgunluk atmak için kahvenizi içip, muhteşem manzarasıyla Capri Adası’nı
seyrediyorsunuz.
Birden
sessizliği yırtarcasına Punta Campanella’dan çan sesleri gelmeye başlıyor. Panik
içerisinde çalan çanlara, Torre del Greco ve Torre Annunziata’dan gelen
cevaplar ve Ischia Adası’ndaki eski kaleden atılan top sesleri karışıyor.
Ufukta
görünenler, Güney İtalya’da neredeyse akın yapılmamış yer bırakmayan Koca
Barbaros, Denizlerin Kılıcı Turgut Reis veya Korkusuz Uluç Ali’nin kadırgaları.
Kayalar üzerine inşa edilmiş ve nice deniz akınına şahit olmuş Ischia Adası’ndaki yorgun kale, günümüzde Napoli’yi ziyaretinizde hala görülebilir. Turizm cenneti Capri’de bulunan kale ise yıllar önce Barbaros tarafından harabeye döndürüldüğü için o kadar şanslı değil. İnşa eden değil de yıkanın adıyla anılan ender eserlerden olan Capri’deki Barbarossa Kalesi’ni ileride işlemek üzere not edelim.
| Ischia Kalesi'nden Ada |
Allarme,
allarme, suona la campana,
i
Turchi sono sbarcati alla marina,
chi
ha le scarpe rotte se le risuoli
e
chi ce le ha vecchie se le rifaccia nuove.[2]
Levent
akınları sadece literatüre değil, bölgenin mimarisine de katkıda bulunmuş. Napoli’den
Sorrento’ya uzandığınızda kıyı boyunca göreceğiniz, kimi yıkık dökük, kimi hala
yerinde kulelerden biri olan “Punta Campanella”, Güney İtalya’da kurulu olan ve
geçmişi çok eskilere uzanan erken uyarı sisteminin küçük ama önemli bir
parçası.
| Torre Lapillo |
Napoli Krallığı’nın sahilleri boyunca, birbirine çan, duman ve ateşle mesaj iletmek üzere dikilmiş 300’ün üzerinde kuleden oluşan sistemin tarihi esasen, Roma dönemine dayanıyor.
Sistem, 1480
Otranto Seferi’nden sonra daha da önem kazanmış. Levent akınlarının hız
kazanması ve organize hale gelmesi sonrasında ise feodal beyliklerin enstrümanı
olan savunma kuleleri, 1532’den itibaren, merkezi ve sistematik bir yaklaşımla
birbirine bağlanmış; askerler, katapultlar, toplarla güçlendirilmiş. [3]
Sistemin
kurulmasına gerekçe olarak gösterilen “Serazen ve Korsan Saldırıları” tanımının
kesişiminde leventlerimizin olduğu aşikâr.[4]
Geçmişi daha eskilere dayansa da kimi kaynaklarda bu örgün savunma sistemi “Türk
Kuleleri” olarak da anılmıyor değil.[5]
Sahil
boyunca farklı formlarda ve farklı kapasitelerde tesis edilen kulelerden
bazıları yıkılarak taşları başka yapıların inşasında kullanılırken, çoğu hala
korunmuş, kimi sonradan aslına uygun olarak tekrar inşa edilmiş.
| Denizi Gözetleyen Türk Kuleleri |
Genelde
bizler bu yapıların tarihine ve günümüze taşıdıkları mesaja hâkim olmasak da
bölge halkı ve yönetimi başta olmak üzere, “Serazen ve Korsan(!)” saldırılarını
unutmamak için çok daha bilinçli davranıyorlar.
Esasında İtalya’da,
Cenova’dan Venedik’e hangi sahile giderseniz gidin, dikkatlice baktığınızda
leventlerin izini görmeniz mümkün. Keşke bizler de bu izin nasıl bırakıldığı
hakkında daha çok bilgi sahibi olabilsek. Bu konuda yerli kaynaklar kısıtlı, yabancı
kaynaklar çelişkili ve doğal olarak tek taraflı.
1552 yılının
Temmuz’unda, Napoli’nin denize girilebilir yazlık sahilleri ile ünlü
beldelerinden baktığınızda tüm heybetiyle göreceğiniz Procida Adası açıklarında,
Veziriazam Rüstem Paşa’nın kardeşi Sinan Paşa komutasındaki 103 kadırga ve 4
kaliteden oluşan Türk donanması belirir.[6]
Savunma kulelerinin çanları, bir sonraki hedeflerinin ne olduğunu bilemedikleri
heybetli donanmamız için çalar.
![]() |
| 1800'lü Yıllarda Pozzuoli |
Sinan Paşa ile birleşen Turgut Reis, Napoli’ye yolu düşenlerin mutlaka bileceği, Vezüv’ün eteklerindeki Massa Lubrenze’ye çıkar. Napoli’nin manzarasıyla meşhur Pozzuoli’sinden, Hristiyan dünyasına çan sesini kazandıran Nola’ya kadar çıkmadık sahil bırakmaz.
Napoli’de
başlayan paniği dindirmek üzere tanıdık bir isim sahne alır: Andrea Doria.
80’li yaşlarındaki yaşlı kurt, Cenova’dan 40 kadırga ile yola çıkar, La
Spezia’dan da 3000 Alman askeri takviye alır.
Bölgeyi çok
iyi bilen usta denizci Turgut Reis, esasen bu iş için çok da uygun olmayan ve kendisi
ile husumeti bulunan Sinan Paşa’ya, donanmayı Ponza Adası civarında pusuya
yatırmayı teklif eder. Doria’nın donanması ilk temastan sonra Sardunya’ya doğru
kaçarken, Turgut Reis geriye düşen gemileri tek tek ele geçirir. Son olarak
Santa Barbara galisi de kanlı bir rampa ile ele geçirilir.[7]
Doria, Türklere hak
ettikleri dersi vermek üzere giriştiği harekatta 7 kadırga ve üzerindeki 700
Alman askerini kaybeder. Ponza Savaşı deniz harp tarihimize başka bir altın
sayfa olarak yazılır. Yaşlı denizci, “Cerbe’de Hristiyan dünyasının en ağır deniz yenilgisi
haberini aldıktan sonra ölmek üzere” Cenova’ya döner, leventlerimiz Gaeta’ya
yönelir.
Uzun yıllar
ABD 6’ıncı Filo’suna ev sahipliği yapan ve halen filonun komuta gemisi USS
Mount Whitney’in konuş limanı olan Gaeta kuşatılır. Gaeta’nın duvarları
denizden ve karadan dövülürken, Roma da panik halinde şehrin savunmasını
güçlendirmeye koyulur.
| Turgut Reis |
Sonuç olarak;
yaklaşık 8 yıl öncesine kadar Doria’nın Cenova’sında esir bir forsa iken, verimsiz Fransız seferiyle zaten canı sıkkın olan Barbaros
Hayrettin Paşa’nın Cenova kıyılarına dayanması ve “Bre kefereler, Turgut’u salmazsanız
taş taş üstüne bırakmam” tiradı ile 3500 dukaya özgürlüğünü kazanan Turgut Reis,
yüklü bir miktar para ve düşman elinde olan yeğenini fidye olarak alır ve
kuşatmayı kaldırır.[8]
Eylül başı
donanma Napoli açıklarından ayrılır.
100’ün üzerinde kadırganın kumandası verilmiş olan Sinan Paşa bu bölgelerde pek bilinmez ama 6 ila 12 arasındaki kadırgayla fırtınalar estiren Turgut Reis’i tanımayan sahil beldesi yoktur. Hatta bizler bile Gaeta’nın imrenilecek güzellikteki deniz, güneş ve kumsallarından faydalanırken, Turgut Reis’in yıllar önce bu sahillere yazdığı tarihi bilmeyiz. Biz bilmeyiz ancak Gaeta’da “Dragut Komitesi” adı altında bir girişim olduğunu ve 1552’deki akının günümüzde hala anıldığını bilmek bizim adımıza düşündürücüdür.[9]
Tahmin
edileceği gibi bu komite Turgut Reis’i dualar ve rahmetlerle anmıyor. Nice kahramanlık,
yiğitlik, zafer ve bir o kadar şehadet, gazi, beraberinde “alınacak ders”
yenilgi barındıran deniz kültürümüze, en az çitin diğer tarafı kadar sahip
çıkmamız gerekiyor ki büyük denizcilerimizi rahmetle anan birileri hep olsun.
[1] Turgut
Reis her ne kadar “İslamın Kılıcı” diye anılsa da usta denizciliğiyle
Barbaros’un “Benden yeğdir” diye tanımladığı Turgut Reis’i “denizlerin kılıcı”
olarak anmak yanlış olmaz.
[2]
A.Casetti, V.Imbriani, Canti Popolari delle Provincie Meridionali (“Alarm,
alarm” diye çalıyor çanlar, Türkler limana çıktı, ayakkabısı delik olanlar
pençe vursun, eski olanlar yenilesin)
[3] T.Pignatale, I.Tramentozzi, A.Frascari, Torre
di St. Pietro in Bevagna: il ritorno alla funzione originaria della
fortificazione ecclesiastica, 283
[4] A.
Checchi, Torri costiere: La difesa
costiera nel Salento dal XVI secolo
[5] K.M.Setton, The Papacy and the Levant,
1204-1571, 162. Cilt 4, s.586
[6]
G.Atmaca, D.Tanrıverdi, 30 Büyük Deniz Savaşı, S.134
[7] A.g.e,
S.135
[8]
K.M.Setton, The Papacy and the Levant, 1204-1571, 162. Cilt 4, s.583
[9] Küçük
bir grup olmakla birlikte, Turgut Reis ve 1552 yılındaki harekat, düzenli
olmayan aralıklarla ve farklı etkinliklerle anılmaktadır. http://comitatodragut.it/.
Mecidiye Kruvazöründen TCG İstanbul'a
Açık kaynaklarda yer alan haberlere göre, silahlanma faaliyetine son 20 yılın açığını kapatacak şekilde hız veren Yunanistan, Almanya’dan bir kez daha Reis Sınıfı Denizaltı Programımızın durdurulmasını talep etti.[1] Bu talebin yapıldığı tarihlerde, milli gururumuz MİLGEM, yani Ada Sınıfı Korvet Projesinin devamı niteliğinde olan TCG İSTANBUL Fırkateynimiz de denize indiriliyordu.
![]() |
| İskeleye Trimli Mecidiye |
“Neden kendi gemimizi yapmalıyız?” sorusuna; politik, askeri, ekonomik, sosyal yönleriyle sayfalarca gerekçe gösterilebilir. Bahriye tarihimizde bu motivasyona temel teşkil edecek sayısız örnek olmakla birlikte, bu soruya Hamidiye ve Mecidiye temelinde yakın tarihimizden bir kesitle cevap arayalım.
Aslında daha geriye dönük bir süreç incelenecek olursa, 1829 yılında
döneminin en büyük gemisi olarak tanımlanan Mahmudiye kalyonunun inşasına imza
atan Türk Bahriyesi nasıl olup da torpidobot bile üretemeyecek, gemilerini
modernize etmek için düşman statüsünde bulunan ülkelere avuç açacak,
personelinin idare ve eğitimi için başka milletlerden medet umacak hale geliyordu
diye sormak gerekir.
II Abdülhamit’in deniz gücüne kuşku ve endişe ile yaklaştığı yıllarda, amcası Abdülaziz’den miras kalan donanma Haliç’te inzivaya çekilmişken, bu yaklaşım ile çelişecek şekilde dönemin güçlü gemilerinden sayılabilecek üç modern kruvazör tedariği için üç farklı ülke ile anlaşma yapılır. Yüklü bir ödeme karşılığında hayata geçirilen bu anlaşma paketi içerisinde, efsane gemimiz Hamidiye, aynı sınıf olmasa da çok benzeri Mecidiye ve sonunda parasının büyük kısmı ödense de bize teslim edilmeyen Drama kruvazörleri yer almaktadır.
![]() |
| Haliç'te Donanma |
Bu tedarik paketi, 1894, 1896 azınlık hareketleri sonucunda
ABD, İngiltere ve İtalya’nın tazminat taleplerini gerekçelendirmek için
yürürlüğe konulmuştur. Anılan ülkelere tazminat adı altında ödeme yapılamayacak
olmakla birlikte, talep edilen tazminat tedarik edilecek gemilerin bedellerine
gömülmesi daha makul bir çözüm görülmüştür.
Bu gemilerden ilki ve tazminat çözümünün
referans tedarik programı, ABD’nin William Cramp & Sons tersanesine
ısmarlanan Mecidiye (Abdülmecid) kruvazörüdür. Sözleşme müzakeresi, Cramp
temsilcilerinin İstanbul’da Amiral Eugen Kalau vom Hofe Paşa ile görüşmesi ile
başlar. O dönemde yoğun olarak kullanılmakta olan yabancı müşavir paşalardan
biri olan Hofe, ironik bir şekilde ABD tersane temsilcileri ile Türk Donanması’na
hizmet edecek geminin tedarik programını görüşür.
355.000 altın bedelle ve zorlu bir avans ödeme süreci ile inşasına
başlanan geminin kalite kontrolü Makine Müfettişi Yüzbaşı Sabri Bey ve Tekne
Müfettişi Yüzbaşı Ali Bey yönetimindeki ekibe verilir.[2]
Bu noktada, kalite kontrolü ve gemi inşa sürecini takip etmekle görevlendirilen
personele maaşlarının Cramp Tersanesi tarafından ödendiğini belirtmekte fayda
var.[3]
Mecidiye’nin ileride sıkıntı çıkartacak dizayn problemlerinin bir kısmı bu ekibe adreslenecektir.
| The New York Times'ta Mecidiye |
Kalite ekibi ödeme adımlarına esas inşa sürecini ve gelişmeleri sürekli rapor ederler. Bu süreçte, daha sonra gemiyi Midilli’ye getirecek ve Bucknam Paşa olarak Osmanlı Donanmasında müşavirlik görevi yürütecek Ransford Dodsworth Bucknam sahne alır.
Gemi 1903 yılında denize indikten sonra inşa süreci hızlanır
ve Bucknam komutasında seyir tecrübelerine başlanır. Bu tecrübelerde stim
borusunun patlaması nedeniyle tersanede görevli beş personel yaralanır, ancak devam
eden tecrübelerde gemi 22.4 knot sürat gösterir.[4]
İnşa sürecinde geminin, çok kısa bir süre sonra birbiriyle savaşacak olan
Japonya ve Rusya’ya satılması da gündeme gelir ancak bu devir gerçekleşmez.
Gemi harbe hazır şekilde ve Türk bayrağı çekili olarak Mart
1904’te çoğunluğunu ABD personelinin oluşturduğu mürettebatıyla Bucknam
komutasında Midilli’ye intikale geçer. Mürettebat içerisinde Japon, Rus, Hint,
İskoç, İngiliz, İrlanda, İtalya, Yunan uyruklu personel vardır ve seyir sarhoş
mürettebatın çıkardığı kavgalar ve adli olaylarla doludur.[5]
Mecidiye’ye Midilli’de Rauf
(Orbay) Bey, fırtınalı ve denizli bir hava kürekli bir filika ile intikal ederek
kılavuzluk yapar. Geminin komutanlığına, 7 yıldır Nara’da yatmakta olan Aziziye
zırhlı fırkateyninin komutanı Miralay Rıza Bey atanır.
Gemiyi inceleyen yetkililer II.Abdülhamit’e geminin çok iyi
durumda olduğunu belirten bir rapor gönderirler. II.Abdülhamit de ABD Başkanı
Roosevelt’e ABD gemi inşasını öven ve başka gemiler de alma niyetimizi belirten
bir teşekkür mesajı göndermiştir.[6]
Atlantik Okyanusu’nu
geçerken geminin tenviratından II.Abdülhamit’in tuğrasını yaptıran Bucknam,
gemi Haliç’te demirleyince bu tenviratı donatır ve yaktırır. Yıldız
sırtlarından bunu gören II.Abdülhamit çok memnun olur ve bunun devamında
Bucknam, paşa rütbesi ile müşavir olarak görevlendirilir.[7]
![]() |
| Bir Toplumun Rüyası :Osman-ı Evvel, Ertuğrul Yatı ile |
Bu sırada, Mecidiye ile aynı süreçte İngiltere’ye ödenecek tazminata kamufle olarak “Armstrong Whitworth” tersanesine sipariş edilen Hamidiye de Nisan 1904’te Midilli’ye gelir ve Türk personele teslim edilir. Armstrong Whitworth tersanesini, esasen Brezilya Donanması için inşa edilen ancak sahiplerinin elden çıkartmak için can attığı Osman-ı Evvel drednotundan tanıyoruz. Okul çocuklarından yaşlı köylüsüne kadar elinde avucunda ne varsa bu gemiyi satın almak için sarf eden milli teşebbüs, İngilizlerin parası ödenmiş gemiye el koyması sonrasında HMS Agincourt adıyla büyük filoya katması ile son bulur.[8]
| Sultan Yeni Kruvazörü Sevdi |
İtalyan Ansaldo tersanesine sipariş edilen, serinin üçüncü gemisi ve en büyüğü olan Drama kruvazörüne de parasının büyük miktarı ödenmiş olmasına rağmen Türk-İtalyan gerginliği bahane gösterilerek el konulur. Bir kesişim noktası olarak, her ne kadar Sözleşme Ansaldo Tersanesi ile imzalanmış da olsa bu geminin de büyük oranda alt yüklenicisi Armstrong tersanesidir. Ansaldo Tersanesi ayrıca 1899 yılında Mesudiye’nin modernizasyonunu da yürütmüştür. Teknesi ve zırhı eski Mesudiye 4 yıl boyunca büyük bir maliyetle modernizasyona tabi tutulur, ancak tek bölmeli bu gemi torpido tehdidi yüzünden yenilenen donanımına rağmen hiçbir zaman etkin görev yapamaz. En dar zamanlarımızda harcanan bu para ve gayret sokağa atılmış kabul edilir.[9]
Bu noktada durumu özetlemek gerekirse donanmamız; İngiliz,
Alman, Fransız, ABD’li müşavirlerce yönetilmekte, yabancı teknik ekipçe eğitilmekte,
neredeyse tamamı ile savaşta bulunulan farklı ülkelerden temin edilen gemi ve ekipman
kullanılmaktadır.
Mecidiye’ye dönelim.
Gemi Bahriyeye katıldıktan sonra 1909 yılına kadar donanmanın
diğer gemileri ile birlikte genellikle Haliç’te yatar.
İngiliz Amiral Douglas Gamble’ın Donanmayı ıslahat hareketi
ile kıpırdanan Mecidiye, 1909 yılında ferdi ve taktik eğitimlere tabi tutulur ve uzun süre
sonra ilk defa Adalar Denizi’ne çıkar, seyri Girit’e kadar uzanır.[10]
Devam eden süreçte uzun yıllar sonra Marmara Denizi’nde ilk defa taktik manevralar
yapılır.
Mecidiye’nin ilk ciddi sınavı Türk-İtalyan savaşı içerisinde
olur. Bu savaşta Çanakkale Boğazı’nın savunmasında sabit batarya görevi yürütür
ve Çanakkale’den ayrılmaz.
Balkan savaşları süresince Karadeniz ve Adalar Denizi’nde yürütülen
harekata katılır. 1912 yılında Fransız yapımı Yunan Delfin denizaltısının
Mecidiye’ye yaptığı başarısız torpido hücumu, Yunan tarihçilerce Dünya harp
tarihinde bir denizaltı tarafından savaş gemisine gerçekleştirilen ilk torpido
hücumu olarak kaydedilir.[11]
Mecidiye 1915 yılında Odessa
bombardımanında mayına çarparak ağır yara alır. Kaybedileceği anlaşılan geminin
top kamaları ve telsiz istasyonu sökülür, tamamen batması için Yadigar-ı Millet
muhribince torpido ile vurulur ancak sığ su nedeniyle geminin direkleri
dışarıda kalacak şekilde sığlığa oturur. Bu olayda 26 denizcimiz şehit olur,
personel Hamidiye tarafından tahliye edilir.
| Mecidiye, Rus Personeli ile |
Mecidiye Ruslar tarafından insanüstü bir gayretle yattığı yerden çıkartılır ve kurtarılır, Prut ismiyle Rus Donanması’na katılır. Cramp Tersanesi’nden planlar satın alınır, kamaları sökülen toplar yerine Rus topları takılır. Diğer donanımı da yenilenen Mecidiye tecrübe seyrine çıkar ama kronik stabilite problemleri daha da güçlü olarak baş gösterir. 3250 ton dizayn tonajı olan gemi, stabilite çalışmaları, yeni topları ve donanımı ile 4000 tona kadar çıkar. Bu sırada İngiltere’den ısmarlanan yeni kazanların bazıları yolda kaybolur.
Mecidiye, Rus bayrağı ve Prut adı altında 18 Nisan 1918
Trabzon’un işgali sırasında nakliye gemilerine destek harekatı icra eder.
1918 yılının Mayıs ayında Almanlar Mecidiye’yi, yani Prut’u
ele geçirirler. Tek bacalı, silahsız ve direkleri sökülmüş gemiyi elde tutmak
için ısrarcı olmuşlarsa da sonunda eski sahipleri olan bizlere iade ederler.[12] Donanmaya katıldığı günden beri kardeş gemisi olan Hamidiye, Mecidiye’yi yedekleyerek Haliç’e getirir. Donanma Mecmuasında
belirtildiği üzere, “yapılan incelemede mayın yarasının mükemmel bir şekilde
kapatıldığı, geminin modern kazanlar ile teçhiz edildiği ve 24 knot sürat bile
yapabileceği” raporlanır.[13]
Ancak bu değerlendirme son derece iyimserdir. Mecidiye’nin Sivastapol’da kalan
aksamı Alemdar tarafından getirilse de gemi daha önce de olduğu gibi hiçbir
zaman stabilite ve makine problemlerinden kurtulmaz.
Cumhuriyet dönemine donanma namına kalan enkazın parçası olan Mecidiye’nin görev çevrimi, onarım ve okul gemisi döngüsünde devam eder.
Çeşitli görevler icra ettikten sonra 1948 yılında Hamidiye ile birlikte envanterden
çıkartılır ve 1952 yılında hurda olarak satılır.
Bucknam Paşa’nın anılarında yer aldığı üzere Mecidiye döneminin
harika gemisidir. Gerçekten üzerindeki modern toplar, benzeri olan Hamdiye’ye
kıyasla ulaştığı yüksek sürati, dönemin gemileriyle boy ölçüşerek Osmanlı
Donanması’nın yenilenmesinde öne çıkma fırsatı tanımıştır.
Ancak gerçekte durum biraz farklıdır.
Daha denize indirildiği andan itibaren gemi iskeleye
yatıktır. Esasen gemi inşa konusunda tecrübeli olan tersane Mecidiye’de tasarım hataları yapmıştır. Kömürlükler tam olarak doldurulduğunda gemi
stabilitesi olumsuz olarak etkilenmektedir. Denizli havalarda seyir, stabiliteye
dayalı poblemler nedeniyle tedirginlik verici düzeydedir. Denge sorunları
hiçbir zaman çözülemez ve Mecidiye, Hamidiye kadar etkin kullanılamaz. I.nci
Dünya savaşına kadar geçen sürede devamlı trim ayarlamaları ve kapsamlı bakım gerektirir.
1914 yılında da Almanlar tarafından yapılan kontrollerde kazanların
gemi stabilitesine olumsuz etkisi, dizayn hatası olarak raporlanır. Bazı
kömürlükler kaldırılarak stabilite düzeltilmeye çalışılır ancak Mecidiye problemli bir gemi olarak kalır.
Sonuç olarak özelde donanma, genelde silahlı kuvvetler, başka devletlerin arzu ve yönlendirmesine
bırakılamayacak kadar hassas bir dengeye dayanır. Bir harp gemisinin günümüzde
dahi iyi bir yarı ömür modernizasyonu sonrasında yaklaşık 40 yıl hizmette kalacağı
göz önüne alındığında, tedarik faaliyetinde ne derecek titiz olunması gerektiği
açıktır. Tarihte parası ödendiği halde bizlere teslim edilmeyen gemiler, parası
hazır olsa da temin edilemeyen donanım, anlaşması yapıldığı halde bilinçli
olarak aksatılan tedarik projeleri düşünüldüğünde, son dönemde atılım yapan harp
gemisi tasarım ve inşa faaliyetlerimizle ne kadar gurur duysak azdır.
[1] “Berlin
denies Athens' request to freeze six submarines' sale to Turkey”, https://news.am/eng/news/626040.html,
son erişim 31 Ocak 2021
[2]
Güleryüz, Langensiepen, Osmanlı Donanması 1828-1923, S.21
[3]
Uyanıker, Türk Donanmasında Mecidiye Kruvazörü, S.83
[4] New York
Times, 21 Aralık 1903, “Turkey's Philadelphia-Built Cruiser Makes a Good
Showing”
[5] E. Kuntsal,
Osmanlı Bahriyesi’nde bir Amerikalı “Bucknam Paşa”, S.99
[6] The
Washington Times, 23 Nisan 1904, s.3;
[7] E. Kuntsal,
Osmanlı Bahriyesi’nde bir Amerikalı “Bucknam Paşa”, S.106
[8] Noppen,
Osmanlı Deniz Harekatı 1911-1918, S.28
[9] Noppen,
Osmanlı Deniz Harekatı 1911-1918, S.10
[10] Y.
Teofanidis, O. Ramis, Türk ve Yunan Deniz Harbi Hatıratı ve 1909-1913 Yunan
Bahri Tarihi, Çev. Binbaşı Lütfi, Deniz Matbaası, İstanbul 1930, s.13-16.
[11] Hellenic
Navy Submarine Command – History, https://www.hellenicnavy.gr/en/organization/fleet-headquarters/fleet-headquarters-commands/hellenic-navy-submarine-command/hellenic-navy-submarine-command-history.html#:~:text=Hellenic%20Navy%20Submarine%20Command%20%2D%20History,-HISTORY&text=The%20Hellenic%20Navy%20has%20been,enemy%20battleship%20Medjidieh%2C%20without%20success,
son erişim 31 Ocak 2021
[12] Hermann
Lorey, Türk Sularında Deniz Hareketleri, C.1, Çev.Tekirdağlı, H.Sami
[13] Uyanıker,
Türk Donanmasında Mecidiye Kruvazörü, S.275
Yunan Korsanlığı ve ABD Müdahalesi
Türk denizcilik tarihi ile ilgili yabancı bir kaynak okumaya
başlasınız, leventler tarafından gerçekleştirilen neredeyse her faaliyetin
korsanlık, leventlerin de korsan olduğu vurgusunu
hissedersiniz. Hatta Jack Sparrow’a ilham veren John Ward’ın, Kraliyet Donanması himayesinde özellikle İspanyol gemilerine karşı gerçekleştirdiği
yağma korsanlık olarak adlandırılmazken, Yusuf Reis olmasıyla işler değişir.[1]
Bu kısır döngüden kopup, Yunan isyanının alevlendiği döneme geçelim.
Bağımsızlık savaşı sonrasında ABD'nin, Akdeniz’de özellikle
İzmir limanına ulaşan rotalarda deniz ticaretinin bir parçası olmaya
başlamasıyla, genç ülkenin bölgedeki deniz gücü dağılımına ilgi ve müdahalesi de artmaya
başlar. Ticaret gemilerine tehdit teşkil eden İngiliz ve Fransız gemilerinden
sonra Berberiler ile de sorunlarını halletmek üzere bölgede Amerikan harp
gemileri görevlendirilir.
1820 yılında USS Spark isimli brik, İzmir liman ziyaretinde bulunan ilk Amerikan gemisi olur.
Bu yıllarda baş gösteren Yunan hareketi, diğer batılı devletlerde olduğu gibi, ABD’de de sempati ile karşılanmaktadır. Yunanistan’ın ilk gemisi olan Hellas fırkateyni ABD’de dizayn ve inşa edilir. Yunanistan’a getirilirken çeşitli badireler atlatan ve çıkan isyanda mürettebat tarafından Kolombiya’da satılmak istenen fırkateyn, sonunda Yunan isyancıların sancak gemisi olur.
![]() |
| Hellas Fırkateyni |
Bu esnada dört bir yanda zorluklarla boğuşan Osmanlı Donanması’nın meşguliyeti de katılınca ortaya çıkan otorite boşluğundan faydalanan Yunan denizciler, bağımsızlık mücadelesinden saparak, ticaret gemilerini hedef alan korsanlığa dümen kırarlar.
Dönemin ABD yönetiminde bu faaliyetler, “bağımsızlık mücadelesini desteklemek için yapılan haklı çırpınışlar” olarak algılanmakla birlikte, bölgedeki deniz ticaretini korumak üzere bir deniz görev grubu görevlendirilmesine karar verilir.[2] Bu durum ABD’nin Malta konsolosu Joseph PULIS tarafından; “Yunan halkı asil bağımsızlık mücadelesinde başarısız olursa mecburen yönünü ticaret gemilerine ve korsanlığa çevirir” şeklinde rapor edilmekte, bir nevi hak görülmekte ve batılı politikalar bağımsızlığı desteklemeye yönlendirilmektedir.[3]
![]() |
| Yunan Korsanların İngiliz Gemisine Saldırısı |
Ekim 1825’te ABD Deniz Görev Grubu Komutanı Amiral Rodgers tarafından yazılan rapor da bir o kadar ılımlıdır ve Yunan korsanlığı özünde kabul edilmekle birlikte, tacizin genelde Fransız ve Avusturya gemilerine yöneldiğini, bölgede bulunan Avusturya gemilerinin 7 küçük Yunan korsan teknesi yakaladığını belirten hafife alıcı ifadeler içerir.
Amiral Rodgers da Konsolos Pulis gibi “Bağımsız Yunan devleti kurulmazsa, Yunan denizcilerin açlıktan ölmemek için korsanlığa yönelmekten başka çareleri kalmayacağını” ifade etmektedir.[4] Rodgers Yunan denizcilerin korsanlığa “mecburen” sürüklenmesine yönelik benzer görüşlerini 1826’daki raporunda da yineler.[5]
Korsanlıkla mücadele ile görevlendirilen Deniz Görev Grubu
içerisinde, ABD’nin bu boyuttaki ilk muharebe gemisi USS North Carolina ve
halen müze gemi olarak sergilenen bilindik USS Constitution da
bulunmaktadır.
![]() |
| USS North Carolina |
Yunan korsanlığının önüne geçmek için ABD bu sefer dönemin
muhribi sayılan USS Warren isimli harp gemisini görevlendirir ve Kiklad adaları
çevresinde ticaret gemilerini eskortlamaya başlar.
Görev Grubu Ekim 1827’de ilk Yunan korsan gemisini yakalar.
Aynı ayın sonunda korsanların kullandığı bir brik ele geçirilir ve etkisiz hale
getirir. Daha sonra korsanlar tarafından zapt edilmiş bir başka gemiyi
kurtarır, 40 kürekli bir korsan teknesini yakalar, Mökene’de limanda bulduğu başka
bir korsan teknesini ateşe verir.
Aynı periyotta USS Porpoise, Yunan korsanlar tarafından ele
geçirilen bir İngiliz gemisini kurtarır.
Yunan isyanına diğer ülkeler de daha aktif müdahale etme
kararı alıp 20 Ekim 1827’de İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Navarin’de Türk
donanmasını baskına uğratınca, Yunan denizcilerin kendi davalarına döneceğini, böylelikle korsanlığının azalacağını düşünürler. Türk donanmasının
yokluğunu fırsat bilen Yunan korsanlar ise bölgede oluşan güç boşluğunu fırsata
çevirerek korsanlık faaliyetlerini daha da artırırlar.
1828 yılında müttefik güçler, Girit batısında bir korsan
filosunu etkisiz hale getirirler. Benzer harekât daha kuzeyde de tekrarlanır.
Böylelikle Yunan korsanlığının ABD ticaret filosuna yönelik tehdidinin ortadan
kaldırıldığı rapor edilir.[6]
Rapora göre bölgedeki korsanlık, kural tanımaz halk tarafından küçük botlarla
gerçekleştirilmeye devam edilmektedir ancak göz ardı edilebilir ve güç
kullanımına gerek kalmamıştır.
ABD deniz ticaretinin zarar görmekle birlikte sempatiyle
yaklaştığı Yunan korsanlığına, gemileri ve ticareti büyük zarar gören Malta optiğinden
olmak üzere bir de Avrupa gözüyle bakalım.
O dönem İngiliz hakimiyetinde olan Malta ticaret gemilerine de dadanan
Yunan korsanların en kanlı örneklerinden biri La Speranza isimli brik tipi
gemiye yapılan saldırıdır.
Koron Kalesi önlerinde, neredeyse tamamı Malta‘lı olan
mürettebat ve yolcusu ile demirde olan La Speranza’nın başına gelenleri,
korsanlar arasında bulunan Fernandes'in Malta mahkemelerinde verdiği ve Charles Swan'ın tarihçesinde ayrıntılı şekilde yer alan ifadeyi referans alarak anlatalım.[7]
![]() |
| Koron Kalesi |
Yunan korsanlar önce, ticari gemi avlamak üzere silahlanarak seyre çıktıkları mistiko[8] ile La Speranza’ya iki salvo top atışı yaparlar. Kaleden bu atışa karşılık verilir ve La Speranza kıyıya yaklaşır. Bunun üzerine Yunan tekne bölgeden uzaklaşır.
Korsanlar liman dışında üç başka gemi tespit edip kovalasalar da bu
gemileri yakalayamazlar. Mürettebat tekrar Koron’a dönerek demir almış
olabileceğini düşündükleri La Speranza’nın peşine düşmeyi teklif eder.
Gece La Speranza’yı yakalarlar ve La Speranza’nın kaptanı
Francisco Gristi’nin bir vasıta ile teknelerine gelmesini isterler. Korsanların
kaptanı Panajotti bu davranışını “gemide Türk olup olmadığını öğrenmek için” şeklinde
açıklar.[9]
Vasıta korsan teknesine geldikten sonra vasıtadakiler derdest edilir ve ateşli silahların
yanında bıçak ve kılıçlarla donatılmış bir grup La Speranza’ya çıkar. Yunan korsan
teknesinde bulunan ve olayı ilk ağızdan anlatan Fernandes Malta’lılara
saldırmak istemese de, Panajotti “İngilizlerin onlara ölümü tattırdığını,
sıranın onlarda olduğunu” söyler.
Kaptan’dan kasa anahtarının yerini öğrendikten sonra La
Speranza’nın üzerinde değerli ne varsa alınır. Önce tekneye alınan Malta’lı
iki denizci öldürülür. Daha sonra Yunan bir yolcu ile La Speranza’nın kaptanı
da öldürülerek denize atılır.
Swan'ın Tarihçesi |
Ganimet içerisinde paranın yanı sıra, yemek takımları, gemi çanı, pusula gibi seyir yardımcıları, yelken vardır. La Speranza’nın bütün mürettebat ve yolcusu öldürülür. Korsanlardan yedisi daha sonra Naiad isimli İngiliz firkateynince yakalanır ve yargılanmak üzere 1824 yılında Malta’ya götürülür.
La Speranza Yunan korsanlar tarafından avlanan ne ilk ne son
gemidir. Bunu Il Fortunato Camelo, Tagliaferro Madonna del Carmine, San
Francesco, Nova Fama saldırıları izler. [10]
HMS Cambriam ve HMS Seringapatam 1825’te 17 Yunan korsan
yakalar. Çıkan çatışmada 15 Yunan korsan ve 4 İngiliz ölür.
1827’de Malta bayraklı Superba, üç Yunan teknesinde toplam 135
korsanın saldırısına uğrar. Gemi korsanlar tarafından bordalanır, mürettebat ve
yolcular yakalanır. Paranın nereye saklı olduğunu öğrenmek için başta Superba’nın
kaptanı Francesco Zarb olmak üzere mürettebat ve yolcular tartaklanır. Bu arada
olan Hannover’li Ludwig Friedrick Fischer’e olur. İş ve aşkı karıştıran
korsanların talihsiz yolcuya tecavüzü, nadir rastlanan olay olarak kayıtlara
geçer.[11]
Superba, tüm değerli yükü alındıktan sonra bırakılır. İngiliz
gemisi HMS Talbot ile karşılaşınca personeli tarafından, yaşananlar anlatılır ve Yunan
korsanların eşkâlleri ile bağlı olduğunu düşündükleri liman rapor edilir. Bahse
konu korsanları bertaraf etmek için korsan adası olarak bilinen Girit’in
batısındaki Gramvusa’da bulunan tekneler İngiliz gemilerince yakılır.
Bu hikayenin devamında, ele geçen ve Malta’da yargılanan
bazı Yunan korsanlar 1829 yılında Avustralya’nın Norfolk adasına götürülürler
ve Avustralya’daki ilk Yunan topluluğunu oluştururlar.
Bu arada hikayemizin başındaki Hellas fırkateyninin, 1831
yılındaki isyanda gemilerini Rus Amirale teslim etmek istemeyen Yunan Miaoulis
tarafından Spetsai ve Hydra korvetleri ile birlikte yakıldığını hatırlatalım.
Korsanlığın yeniden gündeme geldiği bu günlerde, Karayipler
dışındaki korsanlığın Türklerle özdeştirildiği sohbetlere referans olacak daha
nice anlatımın olduğunu hatırlamakta fayda olabilir.
[1] BBC
History Extra, Kasım 2019, Pirate John Ward: the real Captain Jack Sparrow
[2] Love,
History of the U.S. Navy, 146
[3] Annual
Report of Secretary of the Navy, Washington DC, 6 Aralık 1825
[4] A.g.e
[5] Annual
Report of Secretary of the Navy, Washington DC, 5 Aralık 1826
[6] Annual
Report of Secretary of the Navy, Washington DC, 27 Kasım 1828
[7] C. Swan, Journal of a Voyage up the Mediterranean
[8] Yaklaşık
80 tonluk küçük Akdeniz teknesi. Korsanlıkta yoğun olarak kullanılmıştır.
[9] İfadeyi
veren Fernandes, muhtemelen kendini kurtarmak için kaptanın emirlerini
sorguladığını ve Malta bayraklı La Speranza’ya saldırılacağını bilmediğini
vurgulamak istemektedir.
[10] Bonello,
Pirates in the Early British Era:
The Malta Connections
[11] A.g.e
Turistik Fransa'da Leventler ve Çamaşırcı Kız
![]() |
| Villefranche-sur-Mer |
Bu arada; başlıktaki çamaşırcı kızın bizim liman ziyaretimizle ilgisi olmadığını, daha hikayenin başında netleştirmekte fayda var.
Liman ziyaretinden önce herkes güvenlik ve emniyete yönelik basmakalıp uygulamalarla o kadar meşguldü ki, kimse, Barbaros’un bu
coğrafyada yıllar önce estirdiği rüzgârdan bahsetmiyordu bile. Ne büyük kayıp...
| Villefranche'de Donanma |
5 Ağustos 1543’te leventlerimiz, Nice kuşatması için bu koya girdiklerinde zorlanmadan kasabayı ele geçirirler. 50 kadar Fransız gemisi ile birleştikten sonra 6 Ağustos günü, o devirde Savoie Dükalığı hükümranlığı altında olan Nice kuşatılır.
Her şehrin tarihi, kendine kahraman çıkarma misyonunu da üstlenir. Belki de tarihin yazdığı en ilginç kahramanlarından olan Catherine Ségurane isimli 20 yaşındaki çamaşırcı kız da bu kuşatmada, süregelen hikayeler içerisinde kendisinin bile hayal edemeyeceği bir rol edinir. Esasen dönemin kaynaklarında yer almamakla birlikte, ihtiyaç doğrultusunda tarihe sonradan eklemlenen hayali ve ısmarlama bir kahraman.
Bu noktada birbiri ile çelişen iki farklı anlatı var. Bir tanesi, çamaşırcı kızın, mesleki enstrümanı olan çamaşır küreğini alarak şehri düşürmeyi hedefleyen gücün sembolü "düşman" sancaktarının kafasını patlatıp, sancağı elinden kaptığı; bu duruma şahit olan Osmanlı kuvvetlerinin moralinin bozulduğu ve saldırının böylelikle püskürtüldüğü.
Fransızların davetiyle bölgeye intikal eden ve bölgenin kontrolünü
Savoie Dükalığı’ından alarak Fransızlara teslim etme hedefi güden “Düşman Osmanlı”
karşısında halk kahramanı ünvanını kapan çamaşırcı kızın hikayesini resmeden bir bas-rölyef Paris'te sergileniyor. Çamaşırcı kızımız ayrıca adını
Nice’te bir caddeye de vermiş ve ismiyle anılan şanlı sürece işaretle,
leventlerimiz tarafından atılmış bir gülle de caddede yer buluyor. Bir de adına her yıl 25 Kasım günü kutlanan Aziz Catherine gününü ekleyince, kendisine atfedilen abartılı önem daha da belirginleşiyor.
![]() |
| Catherine Ségurane Caddesi'nde Türk Güllesi |
![]() |
| Paris'te Catherine Ségurane Rölyefi |
Bu olay zinciri sonucunda teslim olan şehrin anahtarını Kanuni Sultan Süleyman adına alan Barbaros Hayrettin Paşa Nice Kalesi’ni ateş altına alırken, Fransız gemilerinin eğitim, teçhizat ve lojistik yetersizliği üzerine de verip veriştirir. Kuşatmada ortaya çıkan barut sıkıntısının kaynağında da Fransızlar yer alır. Barbaros’un burada Fransız denizciler için kullandığı meşhur “Bre siz ne biçim asker, ne biçim denizcisiniz, fıçılarınıza şarap koymayı unutmazsınız da barut koymayı mı unutursunuz” paylaması, ne yazık ki çamaşırcı kızın edepten mugayir tepkisi kadar bilindik değildir.
Fransızların davetiyle sefer eden ve şehri Fransızlara
teslim ederek ayrılan Barbaros ve leventlerinin, şehirde süregelen yağmadan
sorumlu tutulması da ayrı bir bölümün konusu olsun.
Burada ikinci bir gönderme de, Seyyid Muradi Reis’in meşhur Gazavat-ı Hayrettin’in ikinci bölümünde yer alan bu olay zincirinin, tek bir yazma halinde Paris Bibliothèque Nationale’de bulunmasına gelsin. Gazavat-ı Hayrettin Paşa'nın 1541-1546 yılları arasını anlatan kıymetli eserin orijinal yazmasına ne yazık ki sahip değiliz. Yeni basımlarda ise Deniz Müzesi baskısı da dahil olmak üzere bu bölüm dahil edilmediğinden, içeriğini genelde yabancı kaynaklarda anlatılanlara ilgi gösterdiğimiz kadarıyla bilebiliyoruz.
Bugün çatışmadan çok uzak görünen, varlıklı yaşamın çekici rüyasına ilham veren Nice sahillerinin tarihinde yer etmiş leventlerimizin hikayesini yüzeysel de olsa bilmek ve gerektiğinde hatırlatmak da bize düşüyor.
Fransa, İtalya ve İspanya
başta olmak üzere, turizmin göz bebeği Akdeniz sahillerinde denizi gören bir kafede oturup
kahvenizi yudumlarken, ufukta gelmekte olan kadırgalarıyla leventlerimizi hayal etmek ve bu gezilerde bize dikte edilen ısmarlama tarihi sorgulamak iyi bir başlangıç olabilir.
Öne Çıkan
Napoli ve Denizlerin Kılıcı
"Denizlerin Kılıcı" sloganı ile bilinen ATMACA güdümlü mermisinin harp başlıklı test atışı başarı ile icra edildi. Bizler, yıll...











