Napoli ve Denizlerin Kılıcı

 

"Denizlerin Kılıcı" sloganı ile bilinen ATMACA güdümlü mermisinin harp başlıklı test atışı başarı ile icra edildi. Bizler, yıllardır özlemini çektiğimiz bir boşluğu daha dolduruyor olmanın gururuyla sevinirken, Atmaca’nın geldiği nokta, mavi vatanımızda gözü olanları endişelendirdi.


Denizlerin Kılıcı...


Bu tanımın benzeri, çok uzun yıllardır farklı bir dizgi ile Turgut Reis’in hatırasında yaşar.[1] Dragut olarak bilindiği coğrafyada Turgut Reis, Piero Pierotti’nin 1959 yapımı “La Scimitarra del Saraceno” isimli filminde de “Serazenin Kılıcı” olarak anılır.


Serazenin Kılıcı'nı Napoli'ye dokunduralım.


Ilık bir yaz günü Napoli’nin en güzel sahillerinden  olan Sorrento’da dolaştıktan sonra yorgunluk atmak için kahvenizi içip, muhteşem manzarasıyla Capri Adası’nı seyrediyorsunuz.


Birden sessizliği yırtarcasına Punta Campanella’dan çan sesleri gelmeye başlıyor. Panik içerisinde çalan çanlara, Torre del Greco ve Torre Annunziata’dan gelen cevaplar ve Ischia Adası’ndaki eski kaleden atılan top sesleri karışıyor.


Ufukta görünenler, Güney İtalya’da neredeyse akın yapılmamış yer bırakmayan Koca Barbaros, Denizlerin Kılıcı Turgut Reis veya Korkusuz Uluç Ali’nin kadırgaları.


Kayalar üzerine inşa edilmiş ve nice deniz akınına şahit olmuş Ischia Adası’ndaki yorgun kale, günümüzde Napoli’yi ziyaretinizde hala görülebilir. Turizm cenneti Capri’de bulunan kale ise yıllar önce Barbaros tarafından harabeye döndürüldüğü için o kadar şanslı değil. İnşa eden değil de yıkanın adıyla anılan ender eserlerden olan Capri’deki Barbarossa Kalesi’ni ileride işlemek üzere not edelim.


Ischia Kalesi'nden Ada

Bu bölgeye uzun yıllar farklı güç dağılımı ve farklı reisler önderliğinde yapılan akınlar, bizim için çok olumlu olmasa da literatüre katkıda bulunmuş:



Allarme, allarme, suona la campana,

i Turchi sono sbarcati alla marina,

chi ha le scarpe rotte se le risuoli

e chi ce le ha vecchie se le rifaccia nuove.[2]

 


Levent akınları sadece literatüre değil, bölgenin mimarisine de katkıda bulunmuş. Napoli’den Sorrento’ya uzandığınızda kıyı boyunca göreceğiniz, kimi yıkık dökük, kimi hala yerinde kulelerden biri olan “Punta Campanella”, Güney İtalya’da kurulu olan ve geçmişi çok eskilere uzanan erken uyarı sisteminin küçük ama önemli bir parçası.

Torre Lapillo


Napoli Krallığı’nın sahilleri boyunca, birbirine çan, duman ve ateşle mesaj iletmek üzere dikilmiş 300’ün üzerinde kuleden oluşan sistemin tarihi esasen, Roma dönemine dayanıyor.

Sistem, 1480 Otranto Seferi’nden sonra daha da önem kazanmış. Levent akınlarının hız kazanması ve organize hale gelmesi sonrasında ise feodal beyliklerin enstrümanı olan savunma kuleleri, 1532’den itibaren, merkezi ve sistematik bir yaklaşımla birbirine bağlanmış; askerler, katapultlar, toplarla güçlendirilmiş. [3]


Sistemin kurulmasına gerekçe olarak gösterilen “Serazen ve Korsan Saldırıları” tanımının kesişiminde leventlerimizin olduğu aşikâr.[4] Geçmişi daha eskilere dayansa da kimi kaynaklarda bu örgün savunma sistemi “Türk Kuleleri” olarak da anılmıyor değil.[5]


Sahil boyunca farklı formlarda ve farklı kapasitelerde tesis edilen kulelerden bazıları yıkılarak taşları başka yapıların inşasında kullanılırken, çoğu hala korunmuş, kimi sonradan aslına uygun olarak tekrar inşa edilmiş.

Denizi Gözetleyen Türk Kuleleri


İster masmavi denizin sunduğu güzelliklerden faydalanmak isterse sırtını yasladığı tepelerin yeşilliklerinin derinliklerinde dinlenmek amacıyla olsun, bölgeyi ziyaret edenler gözünü nereye çevirseler hikayesi leventlere dokunan bir kule görürler.


Genelde bizler bu yapıların tarihine ve günümüze taşıdıkları mesaja hâkim olmasak da bölge halkı ve yönetimi başta olmak üzere, “Serazen ve Korsan(!)” saldırılarını unutmamak için çok daha bilinçli davranıyorlar.


Esasında İtalya’da, Cenova’dan Venedik’e hangi sahile giderseniz gidin, dikkatlice baktığınızda leventlerin izini görmeniz mümkün. Keşke bizler de bu izin nasıl bırakıldığı hakkında daha çok bilgi sahibi olabilsek. Bu konuda yerli kaynaklar kısıtlı, yabancı kaynaklar çelişkili ve doğal olarak tek taraflı.


1552 yılının Temmuz’unda, Napoli’nin denize girilebilir yazlık sahilleri ile ünlü beldelerinden baktığınızda tüm heybetiyle göreceğiniz Procida Adası açıklarında, Veziriazam Rüstem Paşa’nın kardeşi Sinan Paşa komutasındaki 103 kadırga ve 4 kaliteden oluşan Türk donanması belirir.[6] Savunma kulelerinin çanları, bir sonraki hedeflerinin ne olduğunu bilemedikleri heybetli donanmamız için çalar.


1800'lü Yıllarda Pozzuoli

Sinan Paşa ile birleşen Turgut Reis, Napoli’ye yolu düşenlerin mutlaka bileceği, Vezüv’ün eteklerindeki Massa Lubrenze’ye çıkar. Napoli’nin manzarasıyla meşhur Pozzuoli’sinden, Hristiyan dünyasına çan sesini kazandıran Nola’ya kadar çıkmadık sahil bırakmaz.

Napoli’de başlayan paniği dindirmek üzere tanıdık bir isim sahne alır: Andrea Doria. 80’li yaşlarındaki yaşlı kurt, Cenova’dan 40 kadırga ile yola çıkar, La Spezia’dan da 3000 Alman askeri takviye alır.


Bölgeyi çok iyi bilen usta denizci Turgut Reis, esasen bu iş için çok da uygun olmayan ve kendisi ile husumeti bulunan Sinan Paşa’ya, donanmayı Ponza Adası civarında pusuya yatırmayı teklif eder. Doria’nın donanması ilk temastan sonra Sardunya’ya doğru kaçarken, Turgut Reis geriye düşen gemileri tek tek ele geçirir. Son olarak Santa Barbara galisi de kanlı bir rampa ile ele geçirilir.[7]


Doria, Türklere hak ettikleri dersi vermek üzere giriştiği harekatta 7 kadırga ve üzerindeki 700 Alman askerini kaybeder. Ponza Savaşı deniz harp tarihimize başka bir altın sayfa olarak yazılır. Yaşlı denizci, “Cerbe’de Hristiyan dünyasının en ağır deniz yenilgisi haberini aldıktan sonra ölmek üzere” Cenova’ya döner, leventlerimiz Gaeta’ya yönelir.


Uzun yıllar ABD 6’ıncı Filo’suna ev sahipliği yapan ve halen filonun komuta gemisi USS Mount Whitney’in konuş limanı olan Gaeta kuşatılır. Gaeta’nın duvarları denizden ve karadan dövülürken, Roma da panik halinde şehrin savunmasını güçlendirmeye koyulur.


Turgut Reis
Turgut Reis’in Doria’dan kaptığı gemiler içerisinde, kardinal Cristoforo Madruzzo’nun yeğeni de vardır. O dönemde soylu esir değerli bir ganimettir, uzlaşma masasında kazanılacak para ve güç demektir. Yaşlılar çok ucuza elden çıkartılırken gürbüz ve sağlıklı erkeklerin forsa olarak işi zaten hazırdır.

Sonuç olarak; yaklaşık 8 yıl öncesine kadar Doria’nın Cenova’sında esir bir forsa iken, verimsiz Fransız seferiyle zaten canı sıkkın olan Barbaros Hayrettin Paşa’nın Cenova kıyılarına dayanması ve “Bre kefereler, Turgut’u salmazsanız taş taş üstüne bırakmam” tiradı ile 3500 dukaya özgürlüğünü kazanan Turgut Reis, yüklü bir miktar para ve düşman elinde olan yeğenini fidye olarak alır ve kuşatmayı kaldırır.[8]


Eylül başı donanma Napoli açıklarından ayrılır.


100’ün üzerinde kadırganın kumandası verilmiş olan Sinan Paşa bu bölgelerde pek bilinmez ama 6 ila 12 arasındaki kadırgayla fırtınalar estiren Turgut Reis’i tanımayan sahil beldesi yoktur. Hatta bizler bile Gaeta’nın imrenilecek güzellikteki deniz, güneş ve kumsallarından faydalanırken, Turgut Reis’in yıllar önce bu sahillere yazdığı tarihi bilmeyiz. Biz bilmeyiz ancak Gaeta’da “Dragut Komitesi” adı altında bir girişim olduğunu ve 1552’deki akının günümüzde hala anıldığını bilmek bizim adımıza  düşündürücüdür.[9]


Tahmin edileceği gibi bu komite Turgut Reis’i dualar ve rahmetlerle anmıyor. Nice kahramanlık, yiğitlik, zafer ve bir o kadar şehadet, gazi, beraberinde “alınacak ders” yenilgi barındıran deniz kültürümüze, en az çitin diğer tarafı kadar sahip çıkmamız gerekiyor ki büyük denizcilerimizi rahmetle anan birileri hep olsun.




[1] Turgut Reis her ne kadar “İslamın Kılıcı” diye anılsa da usta denizciliğiyle Barbaros’un “Benden yeğdir” diye tanımladığı Turgut Reis’i “denizlerin kılıcı” olarak anmak yanlış olmaz.

[2] A.Casetti, V.Imbriani, Canti Popolari delle Provincie Meridionali (“Alarm, alarm” diye çalıyor çanlar, Türkler limana çıktı, ayakkabısı delik olanlar pençe vursun, eski olanlar yenilesin)

[3]  T.Pignatale, I.Tramentozzi, A.Frascari, Torre di St. Pietro in Bevagna: il ritorno alla funzione originaria della fortificazione ecclesiastica, 283

[4] A. Checchi,  Torri costiere: La difesa costiera nel Salento dal XVI secolo

[5]  K.M.Setton, The Papacy and the Levant, 1204-1571, 162. Cilt 4, s.586

[6] G.Atmaca, D.Tanrıverdi, 30 Büyük Deniz Savaşı, S.134

[7] A.g.e, S.135

[8] K.M.Setton, The Papacy and the Levant, 1204-1571, 162. Cilt 4, s.583

[9] Küçük bir grup olmakla birlikte, Turgut Reis ve 1552 yılındaki harekat, düzenli olmayan aralıklarla ve farklı etkinliklerle anılmaktadır. http://comitatodragut.it/.

Mecidiye Kruvazöründen TCG İstanbul'a



Açık kaynaklarda yer alan haberlere göre,  silahlanma faaliyetine son 20 yılın açığını kapatacak şekilde hız veren Yunanistan, Almanya’dan bir kez daha Reis Sınıfı Denizaltı Programımızın durdurulmasını talep etti.[1] Bu talebin yapıldığı tarihlerde, milli gururumuz MİLGEM, yani Ada Sınıfı Korvet Projesinin devamı niteliğinde olan TCG İSTANBUL Fırkateynimiz de denize indiriliyordu.

İskeleye Trimli Mecidiye

“Neden kendi gemimizi yapmalıyız?” sorusuna; politik, askeri, ekonomik, sosyal yönleriyle sayfalarca gerekçe gösterilebilir. Bahriye tarihimizde bu motivasyona temel teşkil edecek sayısız örnek olmakla birlikte, bu soruya Hamidiye ve Mecidiye temelinde yakın tarihimizden bir kesitle cevap arayalım.

 

Aslında daha geriye dönük bir süreç incelenecek olursa, 1829 yılında döneminin en büyük gemisi olarak tanımlanan Mahmudiye kalyonunun inşasına imza atan Türk Bahriyesi nasıl olup da torpidobot bile üretemeyecek, gemilerini modernize etmek için düşman statüsünde bulunan ülkelere avuç açacak, personelinin idare ve eğitimi için başka milletlerden medet umacak hale geliyordu diye sormak gerekir.


II Abdülhamit’in deniz gücüne kuşku ve endişe ile yaklaştığı yıllarda, amcası Abdülaziz’den miras kalan donanma Haliç’te inzivaya çekilmişken, bu yaklaşım ile çelişecek şekilde dönemin güçlü gemilerinden sayılabilecek üç modern kruvazör tedariği için üç farklı ülke ile anlaşma yapılır. Yüklü bir ödeme karşılığında hayata geçirilen bu anlaşma paketi içerisinde, efsane gemimiz Hamidiye, aynı sınıf olmasa da çok benzeri Mecidiye ve sonunda parasının büyük kısmı ödense de bize teslim edilmeyen Drama kruvazörleri yer almaktadır.

Haliç'te Donanma

Bu tedarik paketi, 1894, 1896 azınlık hareketleri sonucunda ABD, İngiltere ve İtalya’nın tazminat taleplerini gerekçelendirmek için yürürlüğe konulmuştur. Anılan ülkelere tazminat adı altında ödeme yapılamayacak olmakla birlikte, talep edilen tazminat tedarik edilecek gemilerin bedellerine gömülmesi daha makul bir çözüm  görülmüştür.


Bu gemilerden ilki ve tazminat çözümünün referans tedarik programı, ABD’nin William Cramp & Sons tersanesine ısmarlanan Mecidiye (Abdülmecid) kruvazörüdür. Sözleşme müzakeresi, Cramp temsilcilerinin İstanbul’da Amiral Eugen Kalau vom Hofe Paşa ile görüşmesi ile başlar. O dönemde yoğun olarak kullanılmakta olan yabancı müşavir paşalardan biri olan Hofe, ironik bir şekilde ABD tersane temsilcileri ile Türk Donanması’na hizmet edecek geminin tedarik programını görüşür.


355.000 altın bedelle ve zorlu bir avans ödeme süreci ile inşasına başlanan geminin kalite kontrolü Makine Müfettişi Yüzbaşı Sabri Bey ve Tekne Müfettişi Yüzbaşı Ali Bey yönetimindeki ekibe verilir.[2] Bu noktada, kalite kontrolü ve gemi inşa sürecini takip etmekle görevlendirilen personele maaşlarının Cramp Tersanesi tarafından ödendiğini belirtmekte fayda var.[3] Mecidiye’nin ileride sıkıntı çıkartacak dizayn problemlerinin bir kısmı bu ekibe adreslenecektir.

The New York Times'ta Mecidiye

Kalite ekibi ödeme adımlarına esas inşa sürecini ve gelişmeleri sürekli rapor ederler. Bu süreçte, daha sonra gemiyi Midilli’ye getirecek ve Bucknam Paşa olarak Osmanlı Donanmasında müşavirlik görevi yürütecek Ransford Dodsworth Bucknam sahne alır.

Gemi 1903 yılında denize indikten sonra inşa süreci hızlanır ve Bucknam komutasında seyir tecrübelerine başlanır. Bu tecrübelerde stim borusunun patlaması nedeniyle tersanede görevli beş personel yaralanır, ancak devam eden tecrübelerde gemi 22.4 knot sürat gösterir.[4] İnşa sürecinde geminin, çok kısa bir süre sonra birbiriyle savaşacak olan Japonya ve Rusya’ya satılması da gündeme gelir ancak bu devir gerçekleşmez.


Gemi harbe hazır şekilde ve Türk bayrağı çekili olarak Mart 1904’te çoğunluğunu ABD personelinin oluşturduğu mürettebatıyla Bucknam komutasında Midilli’ye intikale geçer. Mürettebat içerisinde Japon, Rus, Hint, İskoç, İngiliz, İrlanda, İtalya, Yunan uyruklu personel vardır ve seyir sarhoş mürettebatın çıkardığı kavgalar ve adli olaylarla doludur.[5]


Mecidiye’ye Midilli’de Rauf (Orbay) Bey, fırtınalı ve denizli bir hava kürekli bir filika ile intikal ederek kılavuzluk yapar. Geminin komutanlığına, 7 yıldır Nara’da yatmakta olan Aziziye zırhlı fırkateyninin komutanı Miralay Rıza Bey atanır.


Gemiyi inceleyen yetkililer II.Abdülhamit’e geminin çok iyi durumda olduğunu belirten bir rapor gönderirler. II.Abdülhamit de ABD Başkanı Roosevelt’e ABD gemi inşasını öven ve başka gemiler de alma niyetimizi belirten bir teşekkür mesajı göndermiştir.[6]


Atlantik Okyanusu’nu geçerken geminin tenviratından II.Abdülhamit’in tuğrasını yaptıran Bucknam, gemi Haliç’te demirleyince bu tenviratı donatır ve yaktırır. Yıldız sırtlarından bunu gören II.Abdülhamit çok memnun olur ve bunun devamında Bucknam, paşa rütbesi ile müşavir olarak görevlendirilir.[7]

Bir Toplumun Rüyası :Osman-ı Evvel, Ertuğrul Yatı ile

Bu sırada, Mecidiye ile aynı süreçte İngiltere’ye ödenecek tazminata kamufle olarak “Armstrong Whitworth” tersanesine sipariş edilen Hamidiye de Nisan 1904’te Midilli’ye gelir ve Türk personele teslim edilir. Armstrong Whitworth tersanesini, esasen Brezilya Donanması için inşa edilen ancak sahiplerinin elden çıkartmak için can attığı Osman-ı Evvel drednotundan tanıyoruz. Okul çocuklarından yaşlı köylüsüne kadar elinde avucunda ne varsa bu gemiyi satın almak için sarf eden milli teşebbüs, İngilizlerin parası ödenmiş gemiye el koyması sonrasında HMS Agincourt adıyla büyük filoya katması ile son bulur.[8]

Sultan Yeni Kruvazörü Sevdi

İtalyan Ansaldo tersanesine sipariş edilen, serinin üçüncü gemisi ve en büyüğü olan Drama kruvazörüne de parasının büyük miktarı ödenmiş olmasına rağmen Türk-İtalyan gerginliği bahane gösterilerek el konulur. Bir kesişim noktası olarak, her ne kadar Sözleşme Ansaldo Tersanesi ile imzalanmış da olsa bu geminin de büyük oranda alt yüklenicisi Armstrong tersanesidir. Ansaldo Tersanesi ayrıca 1899 yılında Mesudiye’nin modernizasyonunu da yürütmüştür. Teknesi ve zırhı eski Mesudiye 4 yıl boyunca büyük bir maliyetle modernizasyona tabi tutulur, ancak tek bölmeli bu gemi torpido tehdidi yüzünden yenilenen donanımına rağmen hiçbir zaman etkin görev yapamaz.  En dar zamanlarımızda harcanan bu para ve gayret sokağa atılmış kabul edilir.[9]

Bu noktada durumu özetlemek gerekirse donanmamız; İngiliz, Alman, Fransız, ABD’li müşavirlerce yönetilmekte, yabancı teknik ekipçe eğitilmekte, neredeyse tamamı ile savaşta bulunulan farklı ülkelerden temin edilen gemi ve ekipman kullanılmaktadır.


Mecidiye’ye dönelim.


Gemi Bahriyeye katıldıktan sonra 1909 yılına kadar donanmanın diğer gemileri ile birlikte genellikle Haliç’te yatar.


İngiliz Amiral Douglas Gamble’ın Donanmayı ıslahat hareketi ile kıpırdanan Mecidiye, 1909 yılında ferdi ve taktik eğitimlere tabi tutulur ve uzun süre sonra ilk defa Adalar Denizi’ne çıkar, seyri Girit’e kadar uzanır.[10] Devam eden süreçte uzun yıllar sonra Marmara Denizi’nde ilk defa taktik manevralar yapılır.


Mecidiye’nin ilk ciddi sınavı Türk-İtalyan savaşı içerisinde olur. Bu savaşta Çanakkale Boğazı’nın savunmasında sabit batarya görevi yürütür ve Çanakkale’den ayrılmaz.


Balkan savaşları süresince Karadeniz ve Adalar Denizi’nde yürütülen harekata katılır. 1912 yılında Fransız yapımı Yunan Delfin denizaltısının Mecidiye’ye yaptığı başarısız torpido hücumu, Yunan tarihçilerce Dünya harp tarihinde bir denizaltı tarafından savaş gemisine gerçekleştirilen ilk torpido hücumu olarak kaydedilir.[11]


Mecidiye 1915 yılında Odessa bombardımanında mayına çarparak ağır yara alır. Kaybedileceği anlaşılan geminin top kamaları ve telsiz istasyonu sökülür, tamamen batması için Yadigar-ı Millet muhribince torpido ile vurulur ancak sığ su nedeniyle geminin direkleri dışarıda kalacak şekilde sığlığa oturur. Bu olayda 26 denizcimiz şehit olur, personel Hamidiye tarafından tahliye edilir.

Mecidiye, Rus Personeli ile

Mecidiye Ruslar tarafından insanüstü bir gayretle yattığı yerden çıkartılır ve kurtarılır, Prut ismiyle Rus Donanması’na katılır. Cramp Tersanesi’nden planlar satın alınır, kamaları sökülen toplar yerine Rus topları takılır. Diğer donanımı da yenilenen Mecidiye tecrübe seyrine çıkar ama kronik stabilite problemleri daha da güçlü olarak baş gösterir.  3250 ton dizayn tonajı olan gemi, stabilite çalışmaları, yeni topları ve donanımı ile 4000 tona kadar çıkar. Bu sırada İngiltere’den ısmarlanan yeni kazanların bazıları yolda kaybolur.

 

Mecidiye, Rus bayrağı ve Prut adı altında 18 Nisan 1918 Trabzon’un işgali sırasında nakliye gemilerine destek harekatı icra eder.


1918 yılının Mayıs ayında Almanlar Mecidiye’yi, yani Prut’u ele geçirirler. Tek bacalı, silahsız ve direkleri sökülmüş gemiyi elde tutmak için ısrarcı olmuşlarsa da sonunda eski sahipleri olan bizlere iade ederler.[12] Donanmaya katıldığı günden beri kardeş gemisi olan Hamidiye, Mecidiye’yi yedekleyerek Haliç’e getirir. Donanma Mecmuasında belirtildiği üzere, “yapılan incelemede mayın yarasının mükemmel bir şekilde kapatıldığı, geminin modern kazanlar ile teçhiz edildiği ve 24 knot sürat bile yapabileceği” raporlanır.[13] Ancak bu değerlendirme son derece iyimserdir. Mecidiye’nin Sivastapol’da kalan aksamı Alemdar tarafından getirilse de gemi daha önce de olduğu gibi hiçbir zaman stabilite ve makine problemlerinden kurtulmaz.


Cumhuriyet dönemine donanma namına kalan enkazın parçası olan Mecidiye’nin görev çevrimi, onarım ve okul gemisi döngüsünde devam eder. Çeşitli görevler icra ettikten sonra 1948 yılında Hamidiye ile birlikte envanterden çıkartılır ve 1952 yılında hurda olarak satılır.


Bucknam Paşa’nın anılarında yer aldığı üzere Mecidiye döneminin harika gemisidir. Gerçekten üzerindeki modern toplar, benzeri olan Hamdiye’ye kıyasla ulaştığı yüksek sürati, dönemin gemileriyle boy ölçüşerek Osmanlı Donanması’nın yenilenmesinde öne çıkma fırsatı tanımıştır.


Ancak gerçekte durum biraz farklıdır.


Daha denize indirildiği andan itibaren gemi iskeleye yatıktır. Esasen gemi inşa konusunda tecrübeli olan tersane Mecidiye’de tasarım hataları yapmıştır. Kömürlükler tam olarak doldurulduğunda gemi stabilitesi olumsuz olarak etkilenmektedir. Denizli havalarda seyir, stabiliteye dayalı poblemler nedeniyle tedirginlik verici düzeydedir. Denge sorunları hiçbir zaman çözülemez ve Mecidiye, Hamidiye kadar etkin kullanılamaz. I.nci Dünya savaşına kadar geçen sürede devamlı trim ayarlamaları ve kapsamlı bakım gerektirir.


1914 yılında da Almanlar tarafından yapılan kontrollerde kazanların gemi stabilitesine olumsuz etkisi, dizayn hatası olarak raporlanır. Bazı kömürlükler kaldırılarak stabilite düzeltilmeye çalışılır ancak Mecidiye problemli bir gemi olarak kalır.


Sonuç olarak özelde donanma, genelde silahlı kuvvetler, başka devletlerin arzu ve yönlendirmesine bırakılamayacak kadar hassas bir dengeye dayanır. Bir harp gemisinin günümüzde dahi iyi bir yarı ömür modernizasyonu sonrasında yaklaşık 40 yıl hizmette kalacağı göz önüne alındığında, tedarik faaliyetinde ne derecek titiz olunması gerektiği açıktır. Tarihte parası ödendiği halde bizlere teslim edilmeyen gemiler, parası hazır olsa da temin edilemeyen donanım, anlaşması yapıldığı halde bilinçli olarak aksatılan tedarik projeleri düşünüldüğünde, son dönemde atılım yapan harp gemisi tasarım ve inşa faaliyetlerimizle ne kadar gurur duysak azdır.

 

 



[1] “Berlin denies Athens' request to freeze six submarines' sale to Turkey”, https://news.am/eng/news/626040.html, son erişim 31 Ocak 2021

[2] Güleryüz, Langensiepen, Osmanlı Donanması 1828-1923, S.21

[3] Uyanıker, Türk Donanmasında Mecidiye Kruvazörü, S.83

[4] New York Times, 21 Aralık 1903, “Turkey's Philadelphia-Built Cruiser Makes a Good Showing”

[5] E. Kuntsal, Osmanlı Bahriyesi’nde bir Amerikalı “Bucknam Paşa”, S.99

[6] The Washington Times, 23 Nisan 1904, s.3;

[7] E. Kuntsal, Osmanlı Bahriyesi’nde bir Amerikalı “Bucknam Paşa”, S.106

[8] Noppen, Osmanlı Deniz Harekatı 1911-1918, S.28

[9] Noppen, Osmanlı Deniz Harekatı 1911-1918, S.10

[10] Y. Teofanidis, O. Ramis, Türk ve Yunan Deniz Harbi Hatıratı ve 1909-1913 Yunan Bahri Tarihi, Çev. Binbaşı Lütfi, Deniz Matbaası, İstanbul 1930, s.13-16.

[12] Hermann Lorey, Türk Sularında Deniz Hareketleri, C.1, Çev.Tekirdağlı, H.Sami

[13] Uyanıker, Türk Donanmasında Mecidiye Kruvazörü, S.275

Yunan Korsanlığı ve ABD Müdahalesi


 

Türk denizcilik tarihi ile ilgili yabancı bir kaynak okumaya başlasınız, leventler tarafından gerçekleştirilen neredeyse her faaliyetin korsanlık, leventlerin de korsan olduğu vurgusunu hissedersiniz. Hatta Jack Sparrow’a ilham veren John Ward’ın, Kraliyet Donanması himayesinde özellikle İspanyol gemilerine karşı gerçekleştirdiği yağma korsanlık olarak adlandırılmazken, Yusuf Reis olmasıyla işler değişir.[1]

Bu kısır döngüden kopup, Yunan isyanının alevlendiği döneme geçelim.

Bağımsızlık savaşı sonrasında ABD'nin, Akdeniz’de özellikle İzmir limanına ulaşan rotalarda deniz ticaretinin bir parçası olmaya başlamasıyla, genç ülkenin bölgedeki deniz gücü dağılımına ilgi ve müdahalesi de artmaya başlar. Ticaret gemilerine tehdit teşkil eden İngiliz ve Fransız gemilerinden sonra Berberiler ile de sorunlarını halletmek üzere bölgede Amerikan harp gemileri görevlendirilir.

1820 yılında USS Spark isimli brik, İzmir liman ziyaretinde bulunan ilk Amerikan gemisi olur.

Bu yıllarda baş gösteren Yunan hareketi, diğer batılı devletlerde olduğu gibi, ABD’de de sempati ile karşılanmaktadır. Yunanistan’ın ilk gemisi olan Hellas fırkateyni ABD’de dizayn ve inşa edilir. Yunanistan’a getirilirken çeşitli badireler atlatan ve çıkan isyanda mürettebat tarafından Kolombiya’da satılmak istenen fırkateyn, sonunda Yunan isyancıların sancak gemisi olur.
Hellas Fırkateyni

Bu esnada dört bir yanda zorluklarla boğuşan Osmanlı Donanması’nın meşguliyeti de katılınca ortaya çıkan otorite boşluğundan faydalanan Yunan denizciler, bağımsızlık mücadelesinden saparak, ticaret gemilerini hedef alan korsanlığa dümen kırarlar.

Dönemin ABD yönetiminde bu faaliyetler, “bağımsızlık mücadelesini desteklemek için yapılan haklı çırpınışlar” olarak algılanmakla birlikte, bölgedeki deniz ticaretini korumak üzere bir deniz görev grubu görevlendirilmesine karar verilir.[2] Bu durum ABD’nin Malta konsolosu Joseph PULIS tarafından; “Yunan halkı asil bağımsızlık mücadelesinde başarısız olursa mecburen yönünü ticaret gemilerine ve korsanlığa çevirir” şeklinde rapor edilmekte, bir nevi hak görülmekte ve batılı politikalar bağımsızlığı desteklemeye yönlendirilmektedir.[3]

Yunan Korsanların İngiliz Gemisine Saldırısı


Ekim 1825’te ABD Deniz Görev Grubu Komutanı Amiral Rodgers tarafından yazılan rapor da bir o kadar ılımlıdır ve Yunan korsanlığı özünde kabul edilmekle birlikte, tacizin genelde Fransız ve Avusturya gemilerine yöneldiğini, bölgede bulunan Avusturya gemilerinin 7 küçük Yunan korsan teknesi yakaladığını belirten hafife alıcı ifadeler içerir.


Amiral Rodgers da Konsolos Pulis gibi “Bağımsız Yunan devleti kurulmazsa, Yunan denizcilerin açlıktan ölmemek için  korsanlığa yönelmekten başka çareleri kalmayacağını” ifade etmektedir.[4] Rodgers Yunan denizcilerin korsanlığa “mecburen” sürüklenmesine yönelik benzer görüşlerini 1826’daki raporunda da yineler.[5]

Korsanlıkla mücadele ile görevlendirilen Deniz Görev Grubu içerisinde, ABD’nin bu boyuttaki ilk muharebe gemisi USS North Carolina ve halen müze gemi olarak sergilenen bilindik USS Constitution da bulunmaktadır.

USS North Carolina

1826 yılına kadar Ege, Akdeniz ve Adriyatik’te diplomatik girişimler ve deniz ticaretini koruyarak korsanlıkla mücadelede bulunan görev grubunun bölgeyi terk etmesiyle, Yunan korsanların ticaret gemilerine saldırıları yeniden hız kazanır.

Yunan korsanlığının önüne geçmek için ABD bu sefer dönemin muhribi sayılan USS Warren isimli harp gemisini görevlendirir ve Kiklad adaları çevresinde ticaret gemilerini eskortlamaya başlar.

Görev Grubu Ekim 1827’de ilk Yunan korsan gemisini yakalar. Aynı ayın sonunda korsanların kullandığı bir brik ele geçirilir ve etkisiz hale getirir. Daha sonra korsanlar tarafından zapt edilmiş bir başka gemiyi kurtarır, 40 kürekli bir korsan teknesini yakalar, Mökene’de limanda bulduğu başka bir korsan teknesini ateşe verir.

Aynı periyotta USS Porpoise, Yunan korsanlar tarafından ele geçirilen bir İngiliz gemisini kurtarır.

Yunan isyanına diğer ülkeler de daha aktif müdahale etme kararı alıp 20 Ekim 1827’de İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Navarin’de Türk donanmasını baskına uğratınca, Yunan denizcilerin kendi davalarına döneceğini, böylelikle korsanlığının azalacağını düşünürler. Türk donanmasının yokluğunu fırsat bilen Yunan korsanlar ise bölgede oluşan güç boşluğunu fırsata çevirerek korsanlık faaliyetlerini daha da artırırlar.

1828 yılında müttefik güçler, Girit batısında bir korsan filosunu etkisiz hale getirirler. Benzer harekât daha kuzeyde de tekrarlanır. Böylelikle Yunan korsanlığının ABD ticaret filosuna yönelik tehdidinin ortadan kaldırıldığı rapor edilir.[6] Rapora göre bölgedeki korsanlık, kural tanımaz halk tarafından küçük botlarla gerçekleştirilmeye devam edilmektedir ancak göz ardı edilebilir ve güç kullanımına gerek kalmamıştır.

ABD deniz ticaretinin zarar görmekle birlikte sempatiyle yaklaştığı Yunan korsanlığına, gemileri ve ticareti büyük zarar gören Malta optiğinden olmak üzere bir de Avrupa gözüyle bakalım.

O dönem İngiliz hakimiyetinde olan Malta ticaret gemilerine de dadanan Yunan korsanların en kanlı örneklerinden biri La Speranza isimli brik tipi gemiye yapılan saldırıdır.

Koron Kalesi önlerinde, neredeyse tamamı Malta‘lı olan mürettebat ve yolcusu ile demirde olan La Speranza’nın başına gelenleri, korsanlar arasında bulunan Fernandes'in Malta mahkemelerinde verdiği ve Charles Swan'ın tarihçesinde ayrıntılı şekilde yer alan ifadeyi referans alarak anlatalım.[7]

Koron Kalesi

Yunan korsanlar önce, ticari gemi avlamak üzere silahlanarak seyre çıktıkları mistiko[8] ile La Speranza’ya iki salvo top atışı yaparlar. Kaleden bu atışa karşılık verilir ve La Speranza kıyıya yaklaşır. Bunun üzerine Yunan tekne bölgeden uzaklaşır.

Korsanlar liman dışında üç başka gemi tespit edip kovalasalar da bu gemileri yakalayamazlar. Mürettebat tekrar Koron’a dönerek demir almış olabileceğini düşündükleri La Speranza’nın peşine düşmeyi teklif eder.

Gece La Speranza’yı yakalarlar ve La Speranza’nın kaptanı Francisco Gristi’nin bir vasıta ile teknelerine gelmesini isterler. Korsanların kaptanı Panajotti bu davranışını “gemide Türk olup olmadığını öğrenmek için” şeklinde açıklar.[9] Vasıta korsan teknesine geldikten sonra vasıtadakiler derdest edilir ve ateşli silahların yanında bıçak ve kılıçlarla donatılmış bir grup La Speranza’ya çıkar. Yunan korsan teknesinde bulunan ve olayı ilk ağızdan anlatan Fernandes Malta’lılara saldırmak istemese de, Panajotti “İngilizlerin onlara ölümü tattırdığını, sıranın onlarda olduğunu” söyler.

Kaptan’dan kasa anahtarının yerini öğrendikten sonra La Speranza’nın üzerinde değerli ne varsa alınır. Önce tekneye alınan Malta’lı iki denizci öldürülür. Daha sonra Yunan bir yolcu ile La Speranza’nın kaptanı da öldürülerek denize atılır.

Swan'ın Tarihçesi



Ganimet içerisinde paranın yanı sıra, yemek takımları, gemi çanı, pusula gibi seyir yardımcıları, yelken vardır. La Speranza’nın bütün mürettebat ve yolcusu öldürülür. Korsanlardan yedisi daha sonra Naiad isimli İngiliz firkateynince yakalanır ve yargılanmak üzere 1824 yılında Malta’ya götürülür.

La Speranza Yunan korsanlar tarafından avlanan ne ilk ne son gemidir. Bunu Il Fortunato Camelo, Tagliaferro Madonna del Carmine, San Francesco, Nova Fama saldırıları izler. [10]

HMS Cambriam ve HMS Seringapatam 1825’te 17 Yunan korsan yakalar. Çıkan çatışmada 15 Yunan korsan ve 4 İngiliz ölür.

1827’de Malta bayraklı Superba, üç Yunan teknesinde toplam 135 korsanın saldırısına uğrar. Gemi korsanlar tarafından bordalanır, mürettebat ve yolcular yakalanır. Paranın nereye saklı olduğunu öğrenmek için başta Superba’nın kaptanı Francesco Zarb olmak üzere mürettebat ve yolcular tartaklanır. Bu arada olan Hannover’li Ludwig Friedrick Fischer’e olur. İş ve aşkı karıştıran korsanların talihsiz yolcuya tecavüzü, nadir rastlanan olay olarak kayıtlara geçer.[11]

Superba, tüm değerli yükü alındıktan sonra bırakılır. İngiliz gemisi HMS Talbot ile karşılaşınca personeli tarafından, yaşananlar anlatılır ve Yunan korsanların eşkâlleri ile bağlı olduğunu düşündükleri liman rapor edilir. Bahse konu korsanları bertaraf etmek için korsan adası olarak bilinen Girit’in batısındaki Gramvusa’da bulunan tekneler İngiliz gemilerince yakılır.

Bu hikayenin devamında, ele geçen ve Malta’da yargılanan bazı Yunan korsanlar 1829 yılında Avustralya’nın Norfolk adasına götürülürler ve Avustralya’daki ilk Yunan topluluğunu oluştururlar.

Bu arada hikayemizin başındaki Hellas fırkateyninin, 1831 yılındaki isyanda gemilerini Rus Amirale teslim etmek istemeyen Yunan Miaoulis tarafından Spetsai ve Hydra korvetleri ile birlikte yakıldığını hatırlatalım.

Korsanlığın yeniden gündeme geldiği bu günlerde, Karayipler dışındaki korsanlığın Türklerle özdeştirildiği sohbetlere referans olacak daha nice anlatımın olduğunu hatırlamakta fayda olabilir.

 

 



[1] BBC History Extra, Kasım 2019, Pirate John Ward: the real Captain Jack Sparrow

[2] Love, History of the U.S. Navy, 146

[3] Annual Report of Secretary of the Navy, Washington DC, 6 Aralık 1825

[4] A.g.e

[5] Annual Report of Secretary of the Navy, Washington DC, 5 Aralık 1826

[6] Annual Report of Secretary of the Navy, Washington DC, 27 Kasım 1828

[7] C. Swan, Journal of a Voyage up the Mediterranean

[8] Yaklaşık 80 tonluk küçük Akdeniz teknesi. Korsanlıkta yoğun olarak kullanılmıştır.

[9] İfadeyi veren Fernandes, muhtemelen kendini kurtarmak için kaptanın emirlerini sorguladığını ve Malta bayraklı La Speranza’ya saldırılacağını bilmediğini vurgulamak istemektedir.

[10] Bonello, Pirates in the Early British Era: The Malta Connections

[11] A.g.e

Turistik Fransa'da Leventler ve Çamaşırcı Kız

 



Villefranche-sur-Mer
Yıllar önce bir askeri gemi ile henüz öğrenciyken ilk kez liman ziyareti yaptığım Fransa’nın güzel sahil kasabası Villefranche-sur-Mer’i, pek çok ilki barındırması nedeniyle hiç unutamıyorum. Hayatımın geri kalanına her zaman etkisi olacak güzel hatıralar bırakan bu liman ziyareti, esasen kasabadaki Türk izlerini takip etmeye çalışmam sonrasında ayrı bir anlam kazandı.

Bu arada; başlıktaki çamaşırcı kızın bizim liman ziyaretimizle ilgisi olmadığını, daha hikayenin başında netleştirmekte fayda var.

Liman ziyaretinden önce herkes güvenlik ve emniyete yönelik basmakalıp uygulamalarla o kadar meşguldü ki, kimse, Barbaros’un bu coğrafyada yıllar önce estirdiği rüzgârdan bahsetmiyordu bile. Ne büyük kayıp...

Meşhur Nice şehrinin hemen yanı başında yer alan ve yerel yönetiminin, "dünyanın en güzel beş koyundan biri olduğu" iddiasını taşıyan bu sevimli kasabanın sırtını yasladığı tepelere çıkıyoruz.  Yüzümüzü denize dönerek, şimdilerde pahalı yatların mesken tuttuğu koya bakıyor, Barbaros Hayrettin Paşa ve  Salih Reis’in de aralarında bulunduğu leventlerimizi taşıyan 110 Türk kadırgasını, Ağustos sıcağında bütün debdebesiyle koyun masmavi suları üzerinde hayal ediyoruz.

Villefranche'de Donanma

5 Ağustos 1543’te leventlerimiz, Nice kuşatması için bu koya girdiklerinde zorlanmadan kasabayı ele geçirirler. 50 kadar Fransız gemisi ile birleştikten sonra 6 Ağustos günü, o devirde Savoie Dükalığı hükümranlığı altında olan Nice kuşatılır.

Her şehrin tarihi, kendine kahraman çıkarma misyonunu da üstlenir. Belki de tarihin yazdığı en ilginç kahramanlarından olan Catherine Ségurane isimli 20 yaşındaki çamaşırcı kız da bu kuşatmada, süregelen hikayeler içerisinde kendisinin bile hayal edemeyeceği bir rol edinir. Esasen dönemin kaynaklarında yer almamakla birlikte, ihtiyaç doğrultusunda tarihe sonradan eklemlenen hayali ve ısmarlama bir kahraman.

Bu noktada birbiri ile çelişen iki farklı anlatı var. Bir tanesi, çamaşırcı kızın, mesleki enstrümanı olan çamaşır küreğini alarak şehri düşürmeyi hedefleyen gücün sembolü "düşman" sancaktarının kafasını patlatıp, sancağı elinden kaptığı; bu duruma şahit olan Osmanlı kuvvetlerinin moralinin bozulduğu ve saldırının böylelikle püskürtüldüğü. 

Fransızların davetiyle bölgeye intikal eden ve bölgenin kontrolünü Savoie Dükalığı’ından alarak Fransızlara teslim etme  hedefi güden “Düşman Osmanlı” karşısında halk kahramanı ünvanını kapan çamaşırcı kızın hikayesini resmeden bir bas-rölyef Paris'te sergileniyor. Çamaşırcı kızımız ayrıca adını Nice’te bir caddeye de vermiş ve ismiyle anılan şanlı sürece işaretle, leventlerimiz tarafından atılmış bir gülle de caddede yer buluyor. Bir de adına her yıl 25 Kasım günü kutlanan Aziz Catherine gününü ekleyince, kendisine atfedilen abartılı önem daha da belirginleşiyor.


Catherine Ségurane Caddesi'nde Türk Güllesi
Hikayenin ikinci alternatifi en azından bizler için ilkinden daha ilginç ve daha eğlenceli. Bu sürümde çamaşırcı kızımız kuşatmadan sıkılmış olacak ki şehrin askerlerine moral veren bir tirat sonrasında kale surlarının üzerine çıkar, sırtını leventlerimize dönerek eteğini kaldırır ve poposuyla leventlerimizin aklını başından alır. Utançtan yüzleri kızaran leventlerimiz de en azından o gün saldırıyı durdurur, günün kalanını ahlar, vahlar ve tövbe ile geçirirler. Bu alternatif ne yazık ki Fransızlarca rölyefe dökülmemiş ancak Catherine Ségurane adı geçtiğinde akıllara gelen havalı bir hikaye olarak köklü bir yer edinmiş. Eğer küçük bir ihtimal de olsa hikayenin bu anlatımı doğru ise, Aziz Catherine günü fazla kaçmış olabilir.




Paris'te Catherine Ségurane Rölyefi

Bu olay zinciri sonucunda teslim olan şehrin anahtarını Kanuni Sultan Süleyman adına alan Barbaros Hayrettin Paşa Nice Kalesi’ni ateş altına alırken, Fransız gemilerinin eğitim, teçhizat ve lojistik yetersizliği üzerine de verip veriştirir. Kuşatmada ortaya çıkan barut sıkıntısının kaynağında da Fransızlar yer alır. Barbaros’un burada Fransız denizciler için kullandığı meşhur “Bre siz ne biçim asker, ne biçim denizcisiniz, fıçılarınıza şarap koymayı unutmazsınız da barut koymayı mı unutursunuz” paylaması, ne yazık ki çamaşırcı kızın edepten mugayir tepkisi kadar bilindik değildir.

Fransızların davetiyle sefer eden ve şehri Fransızlara teslim ederek ayrılan Barbaros ve leventlerinin, şehirde süregelen yağmadan sorumlu tutulması da ayrı bir bölümün konusu olsun.

Burada ikinci bir gönderme de, Seyyid Muradi Reis’in meşhur Gazavat-ı Hayrettin’in ikinci  bölümünde yer alan bu olay zincirinin, tek bir yazma halinde Paris Bibliothèque Nationale’de bulunmasına gelsin.  Gazavat-ı Hayrettin Paşa'nın 1541-1546 yılları arasını anlatan kıymetli eserin orijinal yazmasına ne yazık ki sahip değiliz. Yeni basımlarda ise Deniz Müzesi baskısı da dahil olmak üzere bu bölüm dahil edilmediğinden, içeriğini genelde yabancı kaynaklarda anlatılanlara ilgi gösterdiğimiz kadarıyla bilebiliyoruz.

Bugün çatışmadan çok uzak görünen, varlıklı yaşamın çekici rüyasına ilham veren Nice sahillerinin tarihinde yer etmiş leventlerimizin hikayesini yüzeysel de olsa bilmek ve gerektiğinde hatırlatmak da bize düşüyor. 

Fransa, İtalya ve İspanya başta olmak üzere, turizmin göz bebeği Akdeniz sahillerinde denizi gören bir kafede oturup kahvenizi yudumlarken, ufukta gelmekte olan kadırgalarıyla leventlerimizi hayal etmek ve bu gezilerde bize dikte edilen ısmarlama tarihi sorgulamak iyi bir başlangıç olabilir.

 

 

 

 


Öne Çıkan

Napoli ve Denizlerin Kılıcı

  "Denizlerin Kılıcı" sloganı ile bilinen ATMACA güdümlü mermisinin harp başlıklı test atışı başarı ile icra edildi. Bizler, yıll...

Popüler

Blogger tarafından desteklenmektedir.

- Copyright © Bahriye Sohbetleri -Metrominimalist- Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan -